T.C. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
WEB SİTESİ GİZLİLİK VE ÇEREZ POLİTİKASI
Web sitemizi ziyaret edenlerin kişisel verilerini 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca işlemekte ve gizliliğini korumaktayız. Bu Web Sitesi Gizlilik ve Çerez Politikası ile ziyaretçilerin kişisel verilerinin işlenmesi, çerez politikası ve internet sitesi gizlilik ilkeleri belirlenmektedir.
Çerezler (cookies), küçük bilgileri saklayan küçük metin dosyalarıdır. Çerezler, ziyaret ettiğiniz internet siteleri tarafından, tarayıcılar aracılığıyla cihazınıza veya ağ sunucusuna depolanır. İnternet sitesi tarayıcınıza yüklendiğinde çerezler cihazınızda saklanır. Çerezler, internet sitesinin düzgün çalışmasını, daha güvenli hale getirilmesini, daha iyi kullanıcı deneyimi sunmasını sağlar. Oturum ve yerel depolama alanları da çerezlerle aynı amaç için kullanılır. İnternet sitemizde çerez bulunmamakta, oturum ve yerel depolama alanları çalışmaktadır.
Web sitemizin ziyaretçiler tarafından en verimli şekilde faydalanılması için çerezler kullanılmaktadır. Çerezler tercih edilmemesi halinde tarayıcı ayarlarından silinebilir ya da engellenebilir. Ancak bu web sitemizin performansını olumsuz etkileyebilir. Ziyaretçi tarayıcıdan çerez ayarlarını değiştirmediği sürece bu sitede çerez kullanımını kabul ettiği varsayılır.
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz aşağıda sıralanan amaçlarla T.C. İçişleri Bakanlığı tarafından Kanun’un 5. ve 6. maddelerine uygun olarak işlenmektedir:
Web sitemizi ziyaret etmeniz dolayısıyla elde edilen kişisel verileriniz, kişisel verilerinizin işlenme amaçları doğrultusunda, iş ortaklarımıza, tedarikçilerimize kanunen yetkili kamu kurumlarına ve özel kişilere Kanun’un 8. ve 9. maddelerinde belirtilen kişisel veri işleme şartları ve amaçları kapsamında aktarılabilmektedir.
Çerezler, ziyaret edilen internet siteleri tarafından tarayıcılar aracılığıyla cihaza veya ağ sunucusuna depolanan küçük metin dosyalarıdır. Web sitemiz ziyaret edildiğinde, kişisel verilerin saklanması için herhangi bir çerez kullanılmamaktadır.
Web sitemiz birinci ve üçüncü taraf çerezleri kullanır. Birinci taraf çerezleri çoğunlukla web sitesinin doğru şekilde çalışması için gereklidir, kişisel verilerinizi tutmazlar. Üçüncü taraf çerezleri, web sitemizin performansını, etkileşimini, güvenliğini, reklamları ve sonucunda daha iyi bir hizmet sunmak için kullanılır. Kullanıcı deneyimi ve web sitemizle gelecekteki etkileşimleri hızlandırmaya yardımcı olur. Bu kapsamda çerezler;
İşlevsel: Bunlar, web sitemizdeki bazı önemli olmayan işlevlere yardımcı olan çerezlerdir. Bu işlevler arasında videolar gibi içerik yerleştirme veya web sitesindeki içerikleri sosyal medya platformlarında paylaşma yer alır.
Oturum Çerezleri (Session Cookies) |
Oturum çerezleri ziyaretçilerimizin web sitemizi ziyaretleri süresince kullanılan, tarayıcı kapatıldıktan sonra silinen geçici çerezlerdir. Amacı ziyaretiniz süresince İnternet Sitesinin düzgün bir biçimde çalışmasının teminini sağlamaktır. |
Web sitemizde çerez kullanılmasının başlıca amaçları aşağıda sıralanmaktadır:
Farklı tarayıcılar web siteleri tarafından kullanılan çerezleri engellemek ve silmek için farklı yöntemler sunar. Çerezleri engellemek / silmek için tarayıcı ayarları değiştirilmelidir. Tanımlama bilgilerinin nasıl yönetileceği ve silineceği hakkında daha fazla bilgi edinmek için www.allaboutcookies.org adresi ziyaret edilebilir. Ziyaretçi, tarayıcı ayarlarını değiştirerek çerezlere ilişkin tercihlerini kişiselleştirme imkânına sahiptir.
Kanunun ilgili kişinin haklarını düzenleyen 11 inci maddesi kapsamındaki talepleri, Politika’da düzenlendiği şekilde, ayrıntısını Bakanlığımıza ileterek yapabilir. Talebin niteliğine göre en kısa sürede ve en geç otuz gün içinde başvuruları ücretsiz olarak sonuçlandırılır; ancak işlemin ayrıca bir maliyet gerektirmesi halinde Kişisel Verileri Koruma Kurulu tarafından belirlenecek tarifeye göre ücret talep edilebilir.
Tarihi
Bu günkü Terme'nin tarihte ilçe olarak yer alması; yaklaşık yetmişbeş yıl öncesine dayanmaktadır. Ancak tarihte Terme çok eski bir yerleşim yeri olarak kendini kabul ettirmiş olup bir çok efsaneyi bünyesinde barındırmaktadır. Termesus veya Termedon adı bunun en güzel delilidir. Yine Terme'yi tarihi seyri içinde incelerken Samsun, Çarşamba, Amasya ve Trabzon tarihleriyle birlikte incelemek en doğru olanıdır. Terme ilçemizin tarihi M.O. 1000 yılına kadar dayanmaktadır. İlçemizin en eski kavminin Gaşkalar olduğu sanılmaktadır. Hititler; Samsun'a kadar yayılınca Gaşkaları da yönetimleri altına aldılar. Daha sonra Firigler; Hititler'i yenerek bu bölgeye hakim olmuşlardır.
Firigler'den sonra Anadoluya, doğudan Kimmerler girdi. İskitler'in önünden çekilerek Anadolu'ya giren Kimmerler de Firigler'i yıktı. Bu kavmin kadınlardan ibaret topluluğu olan Amazonlar da Termeye gelip konakladılar. Hatta Terme suyu (Termedon) yanındaki dağların adı bazı yabancı harita ve ansiklopedilerde
Amazonius Mous (Amazon Dağları)" olarak geçer.
Aynı yıllarda Karadeniz kıyılarında kolonizatör olarak bulunan eski Yunanlılar da Termedon'da yalnız kadınlardan ibaret bir toplum olduğundan bahsediyor.
Yunanlı tüccarlar tarafından M.Ö. 750'lerde Trabzon, M.Ö. 562'lerde Samsun kurulurken Termedon (Terme) şehri mevcuttu.
Amazon Efsaneleri
Amazonlar denilen kadın savaşçı kavim Kimmerler'in kadın grubu olarak gösterildiği gibi İskeletlerden de gösterilmektedir. Ermeni yazar Trabzonlu Minas Bıjışkyan'a göre eski zamanda Terme meşhur bir yer, prensi de Solimos adlı bir kahraman idi. Bunun sikkelerinin bir yüzünde kendi adı, diğer yüzünde ise Termesseun yazılıdır. Biz burada göze çarpan bir şey göremedikse de vaktiyle amazon kadınlarından dolayı çok meşhur bir yer olmuştur.
Bunların başşehirleri, o zaman Termedon denilen çayın kenarında olup Temiskor adını taşırdı. Çay, Amazon adı ile de zikredilmiştir. Amazonlar cesur, muharip kadınlardı ve eski tarihçilerin dediklerine göre, Terme yakınında bağımsız bir devlet kurarak Fars'a (Poti) kadar Karadeniz sahiline hakim olmuşlardır. Bunlar İskit menşeli olup, Termeye sürülen İğin ve Skolopit adlı iki kralzade den ileri gelmiş ve zamanla çoğalmışlardır.
Fakat uysal bir kavim olmadıkları için komşu milletler; büyük bir savaşın sonunda birçoklarını esir etmişlerdir. Kalan erkekler ise devleti kadınlara tevdi ederek kendileri düşmanlara karşı savaşa gitmişlerdir. Kadınlar bu vaziyet içinde o kadar çok gurura kapılıp, erkekleri tahkir etmeğe başlamış ve gitgide azıtmalardır. Bunların biri, orduyu, diğeri de hükümeti idare eden iki kraliçeleri vardı. Son kraliçeleri Antiop ve Oridie olmuşlardır.
Amazonlar rivayete göre yabancı koca ile evlenirler, erkek çocuk sahibi olurlarsa onu öldürürler, kız olursa iyi yay kullanabilmesi için sağ memesini keserler veya dağlarlardı. O yüzden bu kadınlara tek memeli anlamına "Amazon" denilmiştir. (Mezos meme, amazos memesiz demekti.)
Ahmet Hikmet Dağlıoğlu bir makalesinde Amazonların, Etiler (Hitit) olması lazım geldiğini söylüyor. Karadeniz kıyılarına ticaret için gelen Yunanlılar, Etiler'i sakalsız, bıyıksız görünce kadınlardan ibaret bir zümre sandılar. Memleketlerine böylece bilgi götürüp, yaydılar ve bu cazip bilgileri sonradan mübalağalarda naklettiler.
Resim-3:AmazonIar'ın esir almışını gösteren temsili resim.
Herodot'ta Amazonlar ve Terme:
Herodot'un bildirdiğine göre de İskitler, Amazonlar'a "Oiorpata" derlerdi. Bu kelimenin Yunanca karşılığı "Erkek öldüren" demekti.
Herodot, Yunanlılar'ın, Amazonlar'la Termedon (Terme) savaşından sonra canlı olarak yakalandıkları Amazonlar'ı yanlarına alarak üç gemi ile denize açıldıklarından bahseder.
Yunanlı gemiciler, doğuda altın yapağılı koyunları yahut altın yapağıyı aramaya gidiyorlardı. Kızılırmak ve Yeşilırmak deltasını gördüler. Sahil düz, sisli ve bataklık idi. Sahildeki insanlar silahlı ve savaşmaya hazır idiler. Hepsi de sakalsız ve bıyıksız oldukları için onları kadın zannettiler. Toplu halde Termedon çayı (Terme) havalesinde onları gördüklerinden, burasını onların başkenti saydılar. Onlarla savaşı göze alamayıp, doğuya doğru yollarına devam edip altın yapağıyı aradılar. Yunanlılar altın yapağılı koyun bulamayıp memleketlerine dönünce, herkesi hayrete düşürmek için kadınlardan ibaret ve başkenti Terme havalesinde bulunan bir Amazon devletinden söz açtılar ve buna uygun olarak o topluluğun çoğalması, adetleri, vücutları hakkında hayal dünyası geliştirdiler.
M. İsa Karaca ise bir makalesinde, Yeson adlı bir kahramanın komutasında bazı genç gemicilerin Karadenizi geçip, bir mağarada saklı bulunan altın postu bulmak için yola çıktıklarını ve başlarından çeşitli maceralar geçtiğini ifade ediyor. (M.Ö. 7-8 yy'lar)
Bu altın post meselesinin aslı ise: Boiotia Kralı Athamos ve Bulut-Tanrıça Nephele'nin evliliğinden Helle ve Phrixos adlı iki çocuğu olur. Fakat Athamus
daha sonra Nephele'den ayrılır ve Kadmos kızı İno ile evlenince üvey anne çocukları istemez. Meydana gelen kıtlığı da bahane ederek Phrixos'u kurban etmesi için kocasına baskı yapar. Çocukların anası Bulut-Tanrıça Nephele, onları altın postlu koça bindirip Karadeniz'in Kolkhis ülkesine (Doğu Karadeniz ile Kafkas arasındaki bölge) kaçırır.
İşte altın postun Yunan mitolojisindeki hikayesi budur. Bu noktadan hareket eden Yunanlı denizciler mitoloji kahramanı Herkül'ün komutasında Marmara ve Karadeniz sahilleri boyunca sefere çıktılar. Herkül, Amazonya'ya gelerek kraliçe Hippolite'nin kutsal altın kemerini almak istemektedir. Destanlara göre bu altın kemer aslında savaş tanrısı Ares'e ait olup Kraliçe tarafından kullanılmaktaydı.
Yunanlılar, Amazonya'ya geldiklerinde ve Terme (Temiskyra) önlerine demirledikleri zaman, Amazonlar kalabalık üç kabile halinde yaşamaktaydılar. Diğer iki kabilenin başında ise kraliçe Oreityia ve Kraliçe Antiope bulunmaktaydı.
Amazonlar, Yunanlı misafirlerini iyi karşıladılar. Herkül, kraliçe Hippolite'den altın kuşağı istedi ve karşılığında paha biçilmez hediyeler vereceğini bildirdi. Kraliçe ise düşünmesi gerektiğini söyledi.
Daha sonra kadınlık özelliklerini ihmal ettikleri için Amazonlar'a kızgın olan Tanrıça Hera, bir Amazon kılığına girerek Kraliçe'nin, bir Yunanlı tarafından kaçırılacağını etrafa yaydı. Buna inanan Amazonlar, Yunanlılar'a saldırdılar. Onlar da gemileriyle denize açıldılar. Bu mücadelede Herkül'ün adamları Kraliçenin kızkardeşi Melanippe'yi kaçırmıştı. Kraliçe ise kızkardeşinin serbest bırakılması karşılığında altın kemeri, Herkül'e vermeye razı oldu.
Terme'den ayrılan Yunanlılar ise, Giresun önlerindeki Arestias adasına geldiler. Buralarda Kraliçe Antiope yönetimindeki üçüncü Amazon kabilesiyle karşılaştılar. Onlarla mücadele neticesinde yakaladıkları Amazonları da gemilerine alarak denize açıldılar.
Herodot'ta ise, Yunanlıların Terme savaşını kazandıktan sonra, yanlarında alıkoydukları Amazonlarla denize açıldıkları kaydediliyor: Bu Amazonlar açık denizde erkekleri döve döve öldürüp, gemilere el koyarlar. Fakat gemilerin kullanımını bilmediklerinden kendilerini rüzgara ve dalgalara bırakırlar. Böylece Palus-Maiotis'e (Azak denizi) vardılar. Kıyılarda otlayan atları ele geçirerek İskit (Saka) ülkesini yağmalamaya başladılar.
İskitler bunları görünce şaşırmıştı. Ne dillerini biliyorlar, ne de giyinişlerini tanıyorlardı. Onları genç ve güçlü erkekler sanıyorlardı. Savaşlarda onların ölülerini görünce kadın olduklarını anladılar ve onlarla çarpışmamaya karar verdiler. Kendi aralarından genç delikanlıları ayırıp, Amazonların yakınlarına yerleşmelerini ve onlarla tanışıp, temas kurmalarını kararlaştırdılar. İskitler bu kadınlardan çocukları olsun istiyorlardı. Delikanlılar da aynı hayata uyup av ve yağmacılığa başladılar.
Nihayet İskit gençleriyle Amazonlar kaynaştılar, kamplarını birleştirip birlikte yaşamaya başladılar. Birbirleriyle anlaşabildikleri zaman delikanlılar onlara eşleri olarak hep bir arada asıl Iskitlerle beraber yaşamayı teklif ettiler. Amazon kadınları şu cevabı verdiler; "Biz sizin evlerinizdeki kadınlarla beraber oturanlayız, törelerimiz birbirine benzemez. Biz ok atar, mızrak fırlatır, ata bineriz, ama kadın işleri bilmeyiz. Sizin kadınlarınız dediklerimizin hiç birini yapmazlar, kadın işleri yaparlar, arabalarının içine kapanıp otururlar ne ava giderler, ne de başka bir yere. Onun için biz onlarla anlaşamayız. Ama siz eğer bizleri eş olarak almak ve bize iyi davranmak istiyorsanız gidip babalarınızı bulup, payınıza düşenleri alıp geliniz, burada kendi yasalarımıza göre yaşayalım."
Delikanlılar böyle yaptılar. Fakat Amazon kadınlarının bunca yağma yapıp, zarar verdikleri bu ülkede kalmaktan çekindiklerini söylemeleri üzerine, hep birlikte Tanais (şimdiki Don) nehrini geçip, doğuda yaya üç günlük mesafedeki ülkeye yerleştiler.
Herodot tarihinde Terme ile ilgili bilgiler, Amazonlar bahsinde geçmektedir. Termedon adıyla Terme Çayı anlatılmaktadır. Temiskyra denerek de Terme şehri anlatılmaktadır. Ayrıca bu eserden Yunanistan'da, Boiotia'da da bir Termedon Irmağı bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu yazılış biçimine yakın olarak Therma adıyla da bugünkü Selanik körfezi ve Selanik şehri tarif edilmektedir.
Terme çayı üzerinde yapılan büyük şenlikler de önemli Amazon adet-lerindendi. Ocak ayı içinde yapılan "lenaca" (vuruşan kadınlar) şenliği Ay Tanrıçası Semele'ye bir şükran ifadesi için düzenlenirdi. Şenlik, yardıma koşuş olayıyla başlardı. Amazon kadınları ilk erkeği öldürmüş dokuz bakireyi Terme Çayı'nın sularına atarlar ve sonra da ağaçtan oyma kayıklar içinde yüzerek veya kıyıdan kementler atarak onları kurtarmaya koşarlar, suyun üzerinde çeşitli oyunlar oynarlardı. Şenliğin sonunda doğan erkek çocukları, teslim almaya gelen komşularına verirlerdi.
Herodot'un naklettiği bir adet daha var ki, bu daha sonraki devirlerde olmalıdır: Herodot'a göre Termedon (Terme) Çayı ile Parthenios(Bartın Suyu) kıyılarında yaşayan halkın sünnet olmak adetleri vardı.
Sonuç olarak, Amazonlar eski çağlarda efsanevi bir kavim olarak yaşamış, daha sonra da yazarlara ve sanatkarlara ilham kaynağı olarak işlenmiştir. Efsaneler gittikçe abartılarak nakledilmiştir. Onların hayatlarından hayali sahneler resmedilmiş, heykeller ve süslemeler yapılmıştır. Amazon savaşlarını gösteren resimlerin en tanınmışı, Atina'da V. yy'da ressam Mikon'un yaptığı duvar resimleridir.
Amerika'nın keşfinden sonra Amazon efsaneleri bu kıtaya da sıçramış ve Amazon nehri etrafında bu kadın kavminin yaşadığına inanılmış, bundan dolayı
bu nehir zamanımıza kadar Amazon adını taşımıştır. Amazon nehrinin yukarı kısımlarındaki Macchu-picchu şehrinde, 1912 yılında bulunan mezarlıklar çok yüksek bir kadın nispeti gösteriyordu.
Bunun hala bir açıklaması yapılmış değildir. Fakat bu durum, burada bir kadın kavminin yaşadığı rivayetlerini canlandırmıştır.
Canik Adı
Eski çağlarda Pontos denilen bu bölgeye daha sonraları Canik denmişti. Bu kelime Canik, Canet, Canit, Cenik biçimlerinde kullanılmıştır.
Pontos bölgesinin eski halkı arasında bir "Çan" kavminden bahsetmiştik. Canik adının, Türkçe de alçak, düzlük yer anlamına geldiği ileri sürülmüşse de, bu ismin Trabzon bölgesinde yaşayan yerli halkın adı olan Tzan (Çan, San) adından geldiği sanılmaktadır. O nedenle eski tarihlerde Trabzon bölgesine Çanıka, Sanıka deniyordu. Bu kelime daha sonraları Canik şeklini almış ve bütün kıyı bölgesini tarif eder olmuştur.
Böylece Canik, batıya doğru genişledi ve Samsun, Terme, Bafra, bölgesini de içine aldı. Doğu Anadolu'daki Türk devletlerinden Danişmendliler zamanında Tokat bile Canik bölgesinden sayıldı. Sonunda Canik, Samsun bölgesinin adı olarak kaldı.
Bizans kaynaklarında ise Ordu vilayeti, Canik olarak gösterilir.
Çan/Can kavminin Hitit Birliğine dahil olduğu ve Türk olduğu ileri sürülmüştür. Fakat artık Hititler'in Türk olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Hititler Hindo-Ari bir kavimdir. Hayrettin Nadi ise onları Sümer Türkler'in bir kolu olarak gösteriyor. Sümerler'in de Türklüğü meçhul bir durumdur. Öyleyse Çan kavmini, bölgenin ilk halkından saymak mümkündür. Daha sonra çok hareketli bir siyasi ve kültür tarihi yaşayan Anadolu'da bu kavim tamamen kaybolmuştur.
Kâtip Çelebi de (17.yy) eseri Cihannüma'da Canik havalisini tarif ederken Ordu ve Samsun ilinin batısına kadar olan bölge göstermektedir. Bu esere göre Canik vilayetinin kazaları İfraz, Arım, Akçay, Ünye, Ökse, İdecik, Bafra, Terme, Çöreği, Cevizderesi, Hisarcık, Serkiz, Satılmış, Samsun, Fenaris, Kavak, Keşideresi, Meydan, Vona, Fatsa olarak gösterilmektedir.
Koloniler Çağı
Eski Ön Asya'nın tüccar kavmi Fenikeliler Karadeniz kıyılarına ticaret amacıyla ilk gelenlerdi. Yunanlı tüccarlara bu kıyıları, onlar tanıttılar.
Yunanistan'a Dor istilasından sonra (M.Ö.1200) Aka'ların bir kısmı, Batı Anadolu kıyılarına geçerek İonya ve Aiolya adını verdikleri yerlere gelerek şehir devletleri halinde yaşamaya başladılar. Bunlardan Miletliler ve diğer Yunanlı tüccarlar Marmara, Karadeniz, hatta Kırım kıyılarına kadar yayıldılar. Onlar bu bölgelere, yerli ve yabancı bir halk vardı ki, onlarla ticarete geldiler. Geldiklerinde de yerli halkla kaynaşamayarak, kendilerini "Hellen" diye hep ayrı tuttular. Buralarda, sularla çevrili yerleşme merkezleri kurarak yaşadılar.
Bu ticaret faaliyetleri sırasında Samsun ve Ünye şehirleri bir liman merkezi olarak parladı. Terme ise, denizden içerde ve hareketsiz idi. Ancak Terme Çayı ağzı geniş olduğundan gemiler buradan içeriye doğru girerdi. Belirli günlerde de burada Pazar yeri kurulurdu.
İran hakimiyetine kadar da bu bölgede siyasî bir bütünlük ve istikrar olmadı.
İran Hakimiyeti Devri
Bugünkü İran'da, eski çağlarda iki büyük devlet kurulmuştu: Medler ve Persler.
Medler M.Ö. 7.yy'da Doğu Anadolu'ya yayılmaya başlayınca, Batı-Anadolu'nun güçlü ve zengin devleti Lidya ile çarpıştı. İki taraf arasındaki savaşta Kızılırmak sınır kabul edilince Samsun ve doğusu bu arada Terme bölgesi de Medler'in yönetimine girmiş oldu.
İran'dan doğan asıl büyük hakimiyet Persler oldu. Doğu Karadeniz bölgesi M.Ö. 521'lerde Pers yönetimine girdi. Pers ülkesi satraplıklar (Eyalet) halinde yönetiliyordu. Satrap kelimesinin anlamı "tacın bekçisi" demekti. İran dilindeki Khsâtrâpa kelimesi, sonraları "Şatrapa'ya dönüşmüş, nihayet Yunanlılar da bu kelimeyi Satrap biçimine dönüştürerek böylece genelleştirdiler.
Doğu Karadeniz bölgesi, İran'ın 19. eyaleti olarak 300 talant vergiyle, pont Satraplığı adıyla teşkilatlandırıldı. Sınırları sık sık değişmekle beraber bu eyaletin
başkenti Amasya idi. Kıyı şehirlerinin kaleleri içinde kolonizatör Yunanlılar yaşardı. Diğerleri de yerli halktı. Yerli halk, doğrudan satrapa bağlıydı. Bu bağlılık da sadece idari yöndendi.
Aynı mevzuda "Pontus Üstüne" adlı eserinde Ali KAYIKÇI şöyle demektedir; Genel olarak Karadeniz bölgesinin tarihine göz bir atacak olursak M.Ö. 520 yılı civarında İran'ın XIX. Bölge valiliğinden biri olan Pont-Satraplığı küçük bir bölgede hüküm sürmüştür. Bu satraplık zamanla genişleyerek Muş, Erzurum, Gümüşhane, Erzincan, Giresun, Ordu, Samsun, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas ve Trabzon'u da içine almış başşehri ise Amasya olmuştur.(l)
Anadolu üzerinde Yunan-Pers arasındaki hakimiyet mücadelesi Pers savaşlarıyla (M.Ö.V.yy) kızıştı. Bir ara Persler bütün Anadolu'ya hatta Yunanistan'a da hakim oldularsa da Plate ( M.Ö. 479) savaşıyla Batı Anadolu'yu terketmek zorunda kalırlar. M.0.449'daki Kimon antlaşmasıyla da kıyılardaki Yunan kolonileri Pers hakimiyetinden kurtuldu.
Anadolu'dan Pers hakimiyeti çekilirken Pontos bölgesinde bir ihtimalle İranlı, yerli halka dayalı bir "Pontos Devleti" görüldü.
İskender İstilası Devri
Anadolu'da ki hakimiyet üstünlüğü, İskender'in istilasıyla Yunanlılar'a geçmişti. İskender'in Asya'da Granikos, İssos ve Gavgamela gibi üç büyük savaşı kazanarak Pers Devleti'ni yıktı ve onun topraklarını ele geçirdi. (M.O.IV.yy sonraları)
Aynı yıllarda Pontos bölgesinde İran satrapı olarak II .Mithridates bulunuyordu.
İskender'in ani ölümü elde ettiği toprakları üzerinde generallerinin hakimiyet mücadelesine yol açtı. Anadolu'daki II. Mithridates, kendi varlığını sürdürebilmek için bu generaller arasında değişken bir politika izledi. Bazen birinden bazen öbüründen yana oldu. Fakat bu mücadeleler sırasında, M.Ö. 302'lerde general Antigones tarafından öldürüldü.
1- KAYIKÇI, Ali; Pontus Üstüne Samsun-2003 Sy.34 Prg.4
Antigones sarayında rehin olarak bulunan, II Mithridates'in oğlu Genç Mithridates'i (III. Mithridates) de öldürtmek istediyse de, o kaçmaya muvaffak oldu.
Genç Mithridates'i bir müddet Parloonga dağlarında (Kastamonu havalisi)
saklandı ve siyasi durumun elverdiği bir ortamda, M.Ö. 298'lerde Pontus Devletini kurdu ve tarihe Mithridates Ctistes olarak geçti. Devletinin sınırları batıda Samsun'a, doğuda Trabzon'a kadar uzanmıştı. Böylece Terme ve civarı da bu yeni devlete bağlı olarak yaşamaya başladı.
Pontus Hakimiyeti (M.Ö. 298-68)
Pontus krallarının İranlı yahut yerli bir sülale olduğu ihtimallerinden bahsetmiştik. Pontus eski İran eyaleti olmaktan çıkıp, devlet olunca idari bakımdan da 4 bölgeye ayrıldı.
1 .Bölge, Pontus Paflagonyası
2.Bölge, Pontus Kapadokyası
3.Bölge, Kelkit-Yukarı Fırat bölgesi
4.Bölge, Kıyı bölgesi (Bu bölge de kendi içinde sekiz bölüme ayrılıyordu. Terme ve güney havalisi Temiskyra adıyla kıyı bölgesinin beşinci bölümüydü.)
Roma Devleti en geniş sınırlarına VII. Mithridates zamanında ulaştı. Hakimiyet alanı Kırım'a kadar vardı. Anadolu'ya da artık Roma hakimiyeti girmeye başladığından, evvelce Yunan-İran arasında görülen mücadele bu sefer Pontus-Roma arasında geçmeye başladı. Bu mücadelenin ana noktaları da Amasya, Sinop ve Samsun oluşturdu.
Romalı generaller Lucullus ve Pompeius, VII. Mithridates'i kıyı bölgesinden çekilmeye mecbur etti. Lucullus, Bafra'yı ve Terme'yi (Temiskyra) ele geçirerek
Samsun'u iki taraftan sıkıştırmıştı. Lucullus'un askerleri Bafra ve Terme ovalarını tahrip edip, Samsun'u teslim olmaya zorluyorlardı. Neticede Samsunlu general Kallimak, Roma ordusuna teslim oldu.
Ali Kayıkçı, "Pontus Üstüne" adlı eserinde; M.Ö. 88-64 yılları arasında bütün Anadolu'yu içine alan tek ve bağımsız bir Anadolu Devleti kurmak isteyen Pontus Kralları ile Anadolu'yu da egemenliği altına almak isteyen Roma İmparatorları arasında kıyasıya bir mücadelenin geçtiğinden bahsetmemektedir. Bu mücadelede Pontus halkı Anadolu'yu korumak için çok kan dökmüş, ancak kuvvetli Roma ordularına yenilmişdir. Böylece Kral VI.Mithridates ile birlikte Pontus, tarihe gömülmüştür.(l)
Kıyı bölgesinde tutunamayan son hükümdar VII. Mithridates ise, Kırım'a oğlu Fernoz'un (III. Farnak) yanına gitmiş ve orada intihar etmiştir.. (M.Ö.63) Ölüsü Sinop'a getirilerek gömüldü.
1- KAYIKÇI, Ali ; Pontus Üstüne , Samsun-2003 Sf.34 Pf. 5
Böylece Pontus Devleti yıkılırken, Doğu Karadeniz bölgesi de Romalıların müttefiki Galatlar'ın yönetimine giriyordu.
Yukarıda görüldüğü gibi mevzu aynı olmakla birlikte Nuri Yazıcı, "Terme Tarihi" adlı eserinde kralı VII. Mithridates diye belirtirken Ali Kayıkçı "Pontus Üstüne" adlı eserinde kralı VI. Mithridates diye belirtmiştir.
Roma-Bizans Devri
Fernoz'un, Pontus Devletini yeniden kurmak teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı ve Roma İmparatoru Julius Cesar zamanında bölgenin Terme Çayı'n-dan, Kolkid'e kadar olan bölümü komutan Polemoniacus'a verildi. Bölgeye de "Pontus Polemoniacus" dendi. Merkezi Fatsa civarında idi. (M.0.47) Bir müddet de böyle yönetilen Terme ve havalisi, M.S. 63'de doğrudan Roma'nın bir vilâyeti oldu.
Hristiyanlık da bölgeye Romalılarla beraber girmeye başladı. Çünkü 4. y.y. başlarından itibaren Hristiyanlık Roma İmparatorluğunun resmî dini olmuştu.
Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca da (M.S.395) Bütün Anadolu ile beraber Doğu Karadeniz Bölgesi de Arcadius'a düştü ve buralar Bizans yönetimine girdi. Ülkeye Roma ülkesi anlamına "Romania" denirken halkına da "Romaioi" dendi. Araplar bu deyimi "Rum" olarak kullandılar ve bu tâbir yaygınlaştı. Halbuki bu halk Hristiyan-Grek değildi. Bu isim ancak idari bir mensubiyeti ifade ediyordu. Araplar VII. y.y. ortalarından sonra Doğu Karadeniz (Pontus) bölgesine girmeye başladılarsa da bu devamlı bir hakimiyet olmadı. Ancak XI. y.y. başlarından itibaren Müslüman Türkler Anadolu'ya girmeye başladılar ve mücadele de, Türk-Bizans mücadelesi şekline dönüştü. Malazgirt kuşatmasına bir süre ara verildi. Sultan Tuğrul'un üç kola ayırdığı ordu birlikleri, bir yandan Kafkas, Canik, Tercan ve Samsun Dağları'na ve Erzincan'a kadar ilerlerken, bir yandan da Çoruh vadisi ötesindeki yerlere akınlarda bulundular.(l)
1048 Hasankale ve 1071 Malazgirt savaşı Doğu-Anadolu'daki Bizans hakimiyetine son verdi ve Türkmenler hızla Iç-Anadolu'ya ve kıyılara doğru yayılmaya başladılar.
Türk-İslâm Fetihleri Devri
i
Anadolu'ya kuzey-doğudan, Çoruh Vadisinden giren Türkler, Pontus bölgesinde süratle yayıldılar.Karadeniz bölgesi ve kıyılarına Türk-Çepni boyu girdi.Çepni kelimesinin anlamı ise, "nerede düşman görse savaşır", bazı araştırmacılara göre de "sınır koruyucusu" demekti. 1204'de Bizansın, Lâtin istliasına uğramasıyla Bizans sülâlesi ikiye bölündü ve Trabzon-Komnenoslar Devleti ortaya çıktı.
(Bu devlete yanlış olarak hep Rum-Pontus Devleti denilmiştir.) Bu tarihlerde Samsun hariç, Giresun, Ünye, Terme, Trabzon-Komnenoslar Devleti'nin yönetiminde idi.
1- SEVİM, Prf.Dr. Ali, YÜCEL, Prf.Dr. Yaşar ; Türkiye Tarihi , Sf. 6 Pr, 2
Bizans İmparatorluğunun içine düştüğü siyasi buhran ve birbirleri arasındaki iç kavgalar, kıyılara doğru yayılma gösteren Türklerin yararına olmuştur. Bu kargaşalıklarda Samsun'da bulunan Sabbas adlı biri de muhtariyet kazanmaya çalışıyordu. Bu tarihlerde, yani 1206'lardan itibaren Türkler'de Karadeniz kıyılarına inmeye başlamışlardı.
1159'larda Selçuklular'ın komutanlarından Danişmendli Yağı-Basan Karadeniz sahillerine gelerek Bafra ve Ünye'ye kadar ilerlemişse de, bölge II. Kılıçarslan'ın oğullarından ve Tokat Meliki Rükneddin Süleyman Şah tarafından fethedilmişti. Aynı konuda Türkiye Tarihi adlı eserde şu şekilde bahsedilmektedir; Diğer kardeşleri arasında en yetenekli, kudretli, şair, ilim ve sanatla uğraşan Süleyman Şah, Tokat'taki melikliği devresinde diğer kardeşleriyle çatışmalara girmeyip Bizans'la mücadelelere girişerek Karadeniz kıyılarına kadar (Samsun) olan yerleri fethetmiş idi. (1)
Onun zamanında Samsun fethedilmemişse de, buraya bir yerleşim merkezi kurulmuş ve "Müslüman Samsun" diye anılmıştır. Çünkü Hristiyan tüccarların barındığı asıl Samsun durmakta ve "Gavur Samsun" diye adlandırılmaktaydı.
1- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.140 Pf. 1
Samsun şehri Kırım'dan başlayıp, Anadolu üzerinden Mısır'a kadar uzanan kuzey-güney ticaretinin önemli bir limanı idi. Fakat parlak olan bu ticari durum Samsun hakimi Sabbas'ın hem Trabzon Devleti, hem de İznik hanedanı ile mücadeleleri sonunda silinmeye başlanmıştı. Bundan Müslüman Samsun'daki Türk tüccarlar da zarar görüyordu. Bu sebepten bölgedeki siyasi hakimiyet mücadelesine Selçuklu Hükümdarı da, Samsun hakimi Sabbas'ın lehine katıldı. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev Trabzon üzerine bir sefere çıktı. İmparator Alexis
Komnenos zor kurtuldu. Neticede Samsun ve havalisi ne İznik, ne Trabzon hanedanlarının eline geçmeyip mahallî yönetimlerle yaşadı.
Haçlıların Bizans başkenti İstanbul'u işgali ile burada bir Latin devleti kurmalarından sonra Theodoros Laskaris, 1206 yılında İznik ve yörelerinde bir devlet kurdu. Ayrıca, Komnenos ailesinden Aleksios ve Davit, Karadeniz kıyılarında, başkenti Trabzon olan başka bir devlet kurup (Trabzon Rum İmparatorluğu) 1204-1461) sınırlarını genişletmeye başladı. Fakat Aleksios'un bu yayılma ve genişleme politikası, Türkiye Selçuklu Devleti'nin aleyhine bir durum yaratmakta ve dolayısıyla Asya'dan gelip Karadeniz ve Avrupa'ya ulaşan uluslararası transit ticaret (kervan) yolu tehlikeye düşmüş bulunmakta idi. Ayrıca Aleksios'un Samsun'u işgale girişmesi üzerine, Sultan Keyhüsrev, harekete geçerek onu yenilgiye uğratıp Samsun ve yörelerini yeniden Selçuklu sınırları içine aldı. Böylece Asya-Avrupa transit ticaret yolu da güvence altına alınmış oldu.(l)
Öte yandan Trabzon Rumları, Sultan Alaeddin Keykubad'ın Doğu Anadolu'daki askeri etkinliklerinden faydalanarak Sinop'a kadar saldırılarda bulundular, buradaki ve Samsun'daki Selçuklu gemilerini yağmalayarak halkın birçoğunu da esir aldılar. Bunun üzerine Sultan bir yandan kendisinin, öbür yandan oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev ve Mubarizüddin Ertokuş'un yönettiği kuvvetlerle derhal harekete geçerek Sinop, Samsun ve Ünye'ye kadar olan kıyıları Rumlardan temizledi ve daha sonra da Trabzon üzerine yürüyüp şehri denizden ve karadan şiddetle kuşattı.(2)
1- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf. 145-146
2-SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.160 Pf. 2
Bu siyasi hadiselerin yanında nüfus hareketleri de olmaktaydı. Türkmen göç-leriyle Karadeniz kıyılarında Türkleşme hızlanırken İslâmiyet de süratle yayılıyordu. Karadeniz dağlarında yayla yapan Türkmenler Harşit çayı gibi vadilerden kıyılara doğru iniyorlar ve Trabzon Devleti'ni buralardan çekilmeye zorluyorlardı. Bunlar da daha çok Çepni Türkmenleriydi. Trabzonlu Hristiyan vakayinameci Panaretos, XIV. y.y'da Çepnilerin Tirebolu'ya kadar vardıklarını yazar. Başka bir Bizans kaynağına göre Erzincan'dan, Amasra'ya kadar kıyı bölgesi Çepniler'in elinde bulunuyordu.
Böylece bölgenin Türkleşmeye ve İslamlaşmaya başladığını söyleyebiliriz. Fakat yönetim siyasi bakımdan mahallilik gösteriyordu. Yani bölgesel Türkmen Beylerinin hakimiyetleri vardı. Onların da Trabzon Devletine karşı mücadeledeki
kuvvetleri de Selçuklu Sultanından ileri geliyordu.
I. Alâaddin Keykubad zamanında Selçuklu Devleti en parlak zamanını yaşıyordu. Bu devirde Trabzon şehri çok kuvvetli bir şekilde kuşatıldı ise de alınamadı. Samsun'da mahalli bir Hristiyan idare haricinde şimdi bütün sahil (buna artık Terme de dahildi) Selçuklu Türk Devletinin yönetiminde, Müslüman Türk memleketidir.
Moğolların Anadoluyu istilası ve Selçuklu devletinin yıkılışa doğru gitmesi Trabzon Komnenos Devletine bir fırsat sağlamadı. Artık buralar Türk yurdu olmuştu. Buraların Hristiyanlara karşı savunulması yine Çepni Türkleri tarafından sağlandı.
Anadoluda Moğol hakimiyeti sırasında esaslı iki idari bölge görülür.Bunlardan Sivas, Tokat, Kastamonu, Sinop ve Samsun sahillerinin idaresi Mucüriddin Emîr Şah'a verilmiştir. Bölgede onun adına komutan olarak Toladay bulunmaktaydı.
Moğol İstilasının Yarattığı Siyasi Buhran
Son Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud, ikinci defa tahta getirildiğinde sadece unvanı Sultandı. Hiçbir fonksiyonu yoktu. Kayseri'de oturmakta idi. 1308 yılında vahşi hayvan ısırmasından ölünce Selçuklu hanedanı sona erdi. Anadolu'nun idaresi de genel valiliklerle Moğol Bey'lerine kaldı...
İlhanlılar (İran Moğolları) Anadolu'da Selçuklu saltanatına varis oldular ama başarılı bir yönetim de gösteremediler. Anadolu'da Selçuklu soyundan olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp hükümet etmek isteyenler olduysa da muvaffak olamadılar. Bunlardan V. Kılıçarslan, 1310'da kendini hükümdar ilân ettiyse de kimse dinlemedi. İlhanlı genel valileri tarafından da, Selçuklu ailesinden olan şehzadeler, ayaklanma ihtimallerine karşı yakalandıklarında öldürülüyorlardı.
İlhanlıların Anadolu genel valisi Emir Çobanoğlu Demirtaş, 1317'den itibaren ele geçirdiklerini öldürtmüştü.
Şimdi Anadolu siyasi bakımdan şöyle bir manzara gösteriyordu:
Orta ve Doğu Anadolu'da İlhanlı genel valileri bulunuyor ve bunlar İlhanlı yönetimini sürdürmeye gayret ediyordu. Emir Demirtaş'tan Mehmet Bey, Mahmut Bey, Alguoğlu Devlet Şah ve 1334-1336'larda da Şeyh Hasan genel vali olmuştu. İlhanlı Devleti yıkılırken bir Uygur Türk'ü olan Eretna Bey genel vali idi.
Eretna Bey, Sivas, Amasya, Samsun, Tokat, Kayseri bölgelerinde kendi adıy-la bir Beylik kurdu.(1343) Fakat 1381'de de Kadı Burhaneddin, Eretna Beyliği'nin kudretli emirlerinden Amasya Emiri Hacı Şedgeldi'yi öldürerek yönetimi ele geçirdi. Böylece önceleri Eretna Beyliği'ne tâbi olan Terme ve havalisi, şimdi Kadı Burhaneddin Beyliği'ne tabi olarak yönetilmeye başladı.
Anadolu'nun batı ve kuzey-batı yörelerinde ise Türkmen Beyleri arasında siyasi birlik mücadeleleri sürmekte idi. Bu mücadelelerde Osmanoğulları gittikçe parlamakta idi. Bizans ve Trabzon Devletleri ise Anadoludaki siyasi kudretlerini iyice kaybetmeye başlamıştı.
Bu siyasî kargaşalıklar ve merkezi bir siyasî kudretin olamayışı sebebiyle Samsun ve civarında bir takım mahalli beylikler ortaya çıkmıştı. Bunlara, tarihte "Canik Beyleri"denmiştir.
Bu beylikler şunlardı :
Haci Emİroğullan : Daha çok Giresun ve Ordu yöresinde hakim idiler.
Kubadogulları : Bu sülâle Selçuklu soyundan, II. Gıyaseddin Mesud'un oğlu Altunbaş'ın çocuklarıydı. Bunlardan Keykubad Niksar-Lâdikte otururdu ve kendi adıyla bir sülâleyi teşkil etti. Keykubad'ın oğlu Ali Bey, onun da oğlu
Samsun hakimi Cüneyd Bey'di.
Taşanoğulları : Sultan Altunbaş'ın Atabeyi Taşan Bin Emir'in soyundan gelip, Canik'te kendi adlarıyla bir yönetim kurmuştu. Vezirköprü, Havza, Merzifon havalisinde hakim idiler.
Taceddinogulları : Merkezi Niksar olarak sahile kadar olan yerlerde hakim idiler. Beylik, Emir Taceddin Bey tarafından kurulduğu için bu adla anılmıştır. Topraklarının genişliği muhtemelen 12.000 kilometrekare idi. Selçuklu soyundan olmayıp, esasen Kemahlı Ebu Bekir'in sülâlesinden gelmekteydiler. İşte bu siyasi devirde Terme de bu sülâle tarafından yönetildi. Taceddin Bey, Hacı Emiroğulları'yla yaptığı mücadelede ölünce, oğulları da birlik göstermediler. Zaman zaman Eretna Beyliği'ne, Kadı Burhanettin'e bağlı yaşadılar. Birbirleriyle mücadeleden de geri durmadılar. Bu mücadeleler sırasında Taceddinoğlu Arparslan, Kadı Burhaneddin tarafından öldürüldü. (1393) Oğulları Hüsameddin Hasan ve Hüsameddin Mehmed Yavuz Çarşamba ve Terme taraflarında hakimiyetlerini sürdürdüler.
Osmanlı Devri:
Anadolu Türk siyasi birliği mücadelerinde liderliği ele alan Osmanoğulları Karadeniz kıyılarına yöneldiği sıralarda Kadı Burhatdin, Akkkoyunlu Devletinin kurucusu Karayölük Osman Bey tarafından yenilerek öldürmüştür. (1397)
Üstün vasıflara sahip Eretna Beyliği Sivas, Kayseri, Amasya, Tokat, Çorum, Develi, Karahisar, Ankara, Zile, Canik, Ürgüp, Niğde, Aksaray, Erzincan, Doğu Karahisar, ve Darende'yi içine alan topraklarda on yıl süreyle hakim olduğu halde adına inşa edilmiş sosyal yapılar yok denecek kadar azdır.(l)
1- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.351
Resim-I7:0smanlı Dönemine tanıklık eden Dibekli köyündeki Uluçınar (Köy halkı Uluçınar'ı "Kavlan" adıyla da anmaktadır)
İsfahan Şah Hatun'un oğlu olan Mehmet Bey, Böylece Samsun'dan Malatya'ya, Konya'dan Erzurum'a kadar uzanan, babasının kurduğu devletin yönetimini eline geçirmiş oluyordu.(l)
Mehmet Bey'in para katoloklarında Erzincan, Doğu Karahisar, Bayburt, Samsun, Kayseri, Çorum, Sivas, Tokat ve Aksaray'da adına basılmış paraları bulunmaktadır.(2)
Osmanlı Padişahının Rumeli meseleleri ile uğraştığını gören Kadı Burhanettin, Canik bölgesinden aleyhine bozulan dengeyi iade etmek için 1393-1394 yılı kış aylarında otağını Koçhisar önüne kurdu. Çünkü Osmanlı vasalı Taceddinoğlu Mahmud'a karşı oğlu Alparslan ayaklanmış ve vilayetinin bir parçasını ele geçirmişti.(3)
Kadı Burhaneddin, kuzeyindeki Türkmen emirleri, problemiyle meşgul idi. Çünkü, Canik bölgesinin Türkleşmesinde en mühim etken Taceddinoğulları Beyliği ile Hacı Emir Beyliği arasındaki ilişkiler, sözünü ettiğimiz dönemde, hiç de dostane görünüş arzetmemekte idi.(4)
1- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.352 Pf. 1
2- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.355 Pf. 1
3- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.454
4- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.383
Karamanlı Beyliği'ne son veren I. Bayezit daha sonra Canik bölgesini hakimiyet altına aldı. (1398) (1)
Kadı Burhanettin, Erzincan, Amasya, Malatya, Samsun hattı üzerinde yaptığı fütuhat hareketleri ile eski sınırları yaşatmaya çalışmıştır.
Kadı Burhaneddin'in 1389'dan sonra batıya yayılma siyaseti Osmanlı nüfuz sahasını tehdide başlamıştı. I. Bayezit 1391'de görünüşte Emir Ahmet ve Canik bölgesindeki Türkmen beyleri lehine, gerçekte ise Amasya-Tokat bölgesinde Osmanlı nüfuzunu kurmak için harekete geçti. Sonuçta iki devlet arasındaki uzun müücadele devri Timur'un Anadolu'ya taarruz nedeniyle sona erecek ve ilişkiler dostça bir safhaya girecekti. (2)
1398 yılı ilkbaharında Osmanlı Hükümdarı Yıldırım Beyazıt Amasya ve Karadeniz yörelerine ilerledi. Samsun ise Kubadoğullarından Cüneyt Bey'in elinde di. Yıldırım Beyazıt tutunamayıp kaçtı. Fakat kendisine, Osmanlılara tabi olarak Ladik ve bazı kaleler bırakıldı. Gavur Samsun'a ise dokunamadı. Osmanlı Hakimiyeti buralarda gittikçe kuvvet kazandı ve Çarşamba, Terme, Niksar taraflarına sahip olan Taceddinoğulları ve diğer Canik Beyleri Osmanlı yönetimini kabul ettiler. Böylece Osmanlı Devleti, Trabzon Komnenoslar Devleti ile Komşu oldu. Samsun ve civarı da bir sancak halinde yönetildi.
1- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.400 2-SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.464
İsfendiyar Bey, Yıldırım Beyezit zamanında ele geçirdiği Samsun ve çevresi, Ankara Savaşı'ndan sonra eski hakimlerinin eline düşüp bunların da birbirleriyle uğraşmalarını fırsat bilerek Bafra'yı ve bir süre sonra da Müslüman Samsun'u ele geçirmiştir. (1418) (1)
Ankara Savaşı'nda (1402) Timur, Yıldırım'ı yenince Anadolu Türkmen beyliklerini canlandırdı. Karadeniz bölgesinde ise en etkili beylik o sırada Kobadoğulları idi. Kubadoğlu Cüneyt Bey, ansızın Samsun üzerine saldırarak burayı tekrar ele geçirmişti. Taceddinoğulları Canik (Canit) XIII. y.y. da Bafra ile Terme arasındaki yöreden ibaret olmayıp, iki bölüm halinde Ordu ilinin de bazı topraklarını içine almakta idi.
Bunlardan birisine Sivas Caniği adı verilerek Samsun ve Çarşamba tarafları buraya dahildi. Öteki Canik'e de Karahisar Caniği adı verilmiş olup Ünye, Fatsa ve Niksar'a kadar olan yöreleri kapsamakta idi.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin çöküşü ve Moğol hakimiyetinin artması sırasında ortaya çıkan karışıklıklar sebebiyle yer yer türeyen Türkmen beyliklerinden birisi de Canik Emiri Taceddin Bey ve Oğulları Beyliği olup, Başkenti Niksar'dı İskefser ve yöreleri ise Karahisar Caniği topraklarında idi. Taceddin Bey 1378 yılında Canik Emiri olarak bulunuyordu. Yiğit ve girişken bir mizacı olduğundan Sivas ve Kayseri hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmet'le dahi mücadeleden çekinmemiştir. (Bu beylikle Osmanlılar dahi karşı karşıya gelmekten çekinmiş çünkü çok disiplinli ve kuvvetli bir orduya sahip olan Kadı Burhaneddin karşısında başarısız olmaktan korkmuşlardır.) Trabzon Rum İmparatoru III. Aleksios'un kızı Evdoksiya, Taceddin'in eşi idi. (2)
Taceddinoğullar'ından Alparslan oğlu Hüsameddin Hasan ise Çarşamba ve Terme taraflarında Timur'a tabi olarak hüküm sürüyordu. 1418 yılında Hüsameddin Hasan ve Candaroğlu İsfendiyar Bey birlikte Samsun üzer-ineyürüdüler ve Cüneyd Beyi yendiler.
1-SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.257 Prf.2 2- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.362 Prf.2
Hasan Bey Cüneyd Beyi yenip, öldürdü ve bir kısım arazisini ele geçirirken, müttefiki İsfendiyar Bey de Samsun ve Bafra'yı aldı.
Timur'un yarattığı siyasi boşluk Anadolu'yu yeniden bir buhrana itmişti. fakat Osmanoğullarının liderliği Çelebi Mehmed'le devam ediyordu. Karadeniz Kıyılarında bu mücadeleler sürerken Çelebi Mehmed'in 1414 ve 1419'da iki Canik seferi olmuştu. Bu seferler sırasında 1416'da, Osmanlının Amasya sancak beyi Biçeroğlu Hamza Bey tarafından "Gavur Samsun" fethedilmiş ve buradaki Hristiyan Ceneviz yönetimine son verilmiştir. Müslüman Samsun'u da İsfendi-aroğlu Hızır Bey, Çelebi Mehmed'e teslim etti. Çarşamba, Terme hakimi Hasan 3ey de, Çelebi Mehmed'le iyi geçindi. Böylece bölgede Osmanlı yönetimi yeniden kuruldu.
Aynı mevzu Türkiye Tarihinde şu şekilde teyit edilmektedir; Çelebi Sultan Mehmet, babası Yıldırım Bayezit zamanında alınıp Ankara savaşından sonra elinden çıkmış olan Samsun, Bafra ve çevresini yeniden Osmanlı sınırlarına katmak istiyordu. Bu amaçla O 1419'da Amasya Sancak Bey'i Biçeroğlu Hamza Bey'i Samsun'u almaya memur etti. Hamza Bey önce Cenevizlilerin yakıp çekildikleri Kafir Samsun'u ele geçirdi, bu sırada Sultan Çelebi Mehmet de kendisine katılınca Müslüman Samsun Bey'i İsfendiyaroğlu Hızır Bey, kaleyi sultana teslim etti. (1)
Fakat bir süre sonra Çelebi Sultan Mehmet, Canik (Samsun) yöresinde bulunduğu sırada, Karamanoğlu Mehmet Bey tekrar Osmanlı topraklarına saldırılara başladı. Bunun üzerine Osmanlı hükümdarı, geri dönerek Ankara'ya geldi ve üzüntüsünden hasta oldu. (2)
Fakat yine de Canik'teki yönetim bölgesel özelliğini koruyordu. Bu bölgeyi merkezî Osmanlı idaresine katmakta, Amasya Sancak Beyi Yörgüç Paşa'nın
hizmeti olmuştur. Bölgede Taceddinoğulları'nın yönetimine de O son vermiştir.
1- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.258 Prf.1
2- SEVİM; Prf.Dr. Ali, YÜCEL; Prf.Dr. Yaşar , A.G.E. Sf.324
Yörgüç Paşa, Hüsameddin Hasan Bey'i bölgelerinde bir düğüne davet etti. Hasan Bey bunun bir hile olduğunu sezince "Bu davetten murad eğer elimizde olan harabe ormanlığı almak ise emir padişahındır. Padişah bana da bir yer ihsan eder." cevabını gönderdi ve davete gitmedi.
Bunun üzerine Yörgüç Paşa, Canik üzerine sefere hazırlanırken, Hasan Bey kendisi geldi ve Yörgüç Paşa onu tevkif edip Padişaha gönderdi. Hasan Bey Bursa Hisarına hapsedildi. (1428) Çarşamba ve Terme bölgesi de Yörgüç Paşa tarafından fethedilerek Amasya Sancağı'na bağlandı.
Hasan Bey, bir müddet sonra hapisten kaçarsa da, iki sene sonra tekrar Padişaha sığınır. Kendisine Batı Trakya'daki Gümülcine Sancağı verilir ve ailesi de yanına gönderilir.
Bir müddet sonra Canik'e dönmesine izin verilen Hasan Bey Çarşamba'nın güneyindeki Ordu Köyünde ölmüş ve orada defnedilmiştir...
1764'de Canikli Hacı Ali Paşa, Canik valisi olur. Fakat Canik'te asayişi sağlayamadığı için bir müddet sonra İstanbul'a geri çağırılır. Fakat O, korkarak Kırım'a kaçar. Daha sonra döndüğünde de Trabzon'a yerleşmiştir.
Hacı Ali Paşa'dan sonra Canik Valiliğine Süleyman Paşa getirilmiştir. Süleyman Paşa, Hacı Ali Paşa'nın hazinedarı Behram Bey'in oğludur ve büyük hizmetleri olmuştur. Mezarı Çarşamba'da Rıdvan Bey Camiî avlusundadır.
Süleyman Paşa ile başlayan Hazinedarlar ailesinden gelen Paşaların yönetimi burada 47 yıl sürmüştür. Süleyman Paşa'dan sonra buraya atananlar şunlar olmuştur:
Hamid Bey (Mezarı Çarşamba'dadır.)
Nuri Paşa (Mezarı Ünye'dedir.)
Mahmud Bey (Mezarı Samsun'dadır.)
Mehmed Ali Bey (Mezarı Samsun'dadır.)
Hazinedarların idaresi Canik'te, 1857 yılına kadar sürdü. Bunlardan sonra da Terme azası, Canik Mutasarrıflığı'nın idaresinde yönetildi. Bu durum Cumhuriyet devrinde de devam etti ve Terme, Samsun'un bir kazası oldu.
Milli Mücadelede Terme
Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'nda müttefiklerinin yenilenmesiyle ve bir an önce savaştan çekilmeleriyle çok ağır şartlarda Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kalmıştı. (30. Ekim. 1918)
Mondros Ateşkes Andlaşması'ndan sonra Türk Ordusu'nun terhis edilerek silahlarının elinden alınmasını fırsat bilen Rum çeteleri hep birden saldırıya geçerek Bafra , Samsun, Çarşamba, Vezirköprü, Terme, Amasya, Merzifon, Kavak Ladik, Gümüşhacıköy; Havza, Tokat, Erbaa, Zara bölgelerinde büyük katliamlara gir işmişlerdir. (1)
Mondros Mütarekesi, Batılı Devletlerin yüzyıllardır Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmelerine imkân verecek özellikteydi. Türkleri yenen galipler tarafında olan Rusya ise, kendi içinde çıkan ihtilâl ve iç harb sebebiyle şimdilik Türkiye'nin paylaşılması meselelerinden uzak kalmaktaydı.
Rusya 1916'da, savaşın bitiminden bir yıl evvel Türkler'le ayrı bir anlaşma Yaparak savaş haline son vermişti. Fakat bu tarihten evvel yaptığı deniz ve kara saldırılarıyla Karadeniz bölgesinde Ermeni ve Rumların emellerini körüklemiş, onlara yardımcı olmuştu.
Rus gemileri denizden yaptıkları bombardımanlarla Pontusçu Rum çetelerini desteklemişler, onlara silâh desteği sağlamışlardı.
RuslarınTerme'yi Bombardımanları
Ruslar'ın Terme'yi topa tutmaları Eylül 1916'da oldu. Rumlar ve Ermeniler denize yakın tepelerinden Rus zırhlılarıyla, ışıldaklarla haberleşiyorlardı. Bu bombardımanlardan Terme kısmen zarar gördü. Bazı evler yıkıldı, hayvanlar telef oldu. Asıl zarar bu destekten yararlanarak şehre baskın Rum ve Ermeni çeteler tarafından yapılıyordu. Şehri yakıyorlar ve soyuyorlardı. Bir kısmı da Rus gemilerine çıkıyorlardı. Bir defasında Terme'den Türk kadınlarını da beraberlerinde götürmüşlerdi. Bu kadınlardan olan ve o zamanlarda henüz 19 yaşında bulunan Satı Hanım, Trabzon'da karaya çıkarılmıştı. Burada Şana
köyünde kalmışlar ve Rusların daha sonra savaştan çekilmesiyle binbir güçlükle tekrar Terme'ye gelebilmişti.
1-KAYIKÇI, Ali; Pontus Üstüne , Samsun-2003 Sf.36,37 Pf. 4
Bu baskınlar, bombardımanlar ve yangınlar halkın zihninde, ruhunda derin izler bırakmış, ağıtlar düzülmüştü. Bunlardan bazıları şöyledir :
"O Rus'un gemileri Hem ileri, hem geri Rus gözün kör olsun Ağlattın gelinleri"
"Edirne'nin hamamı Yandan çıkar dumanı Bir tek yavrum var idi Oldu düşman kurbanı"
Gemi geldi bağırıyor Kaymakamı çağırıyor Kaymakamın karısı Hüngür, hüngür ağlıyor."
Rumların Çete Faaliyetleri
Rumların bu kanlı çete faaliyetleri bölgedeki Türk halkını yıldırarak yer yer zorlayıp nüfus çokluğu iddia etmek, buralarda ayrı devlet kurmak amacına yöneliyordu. Eğer müsait siyasi ortam sağlanırsa Yunanistan'la birleşmeye çalışılacaktı.
Bu çete faaliyetleri İngilizler'in, Türkiye üzerindeki oyunlarına hizmetet-tiğinden, işgal kuvvetlerinin de desteğiyle Rumlar yerli Türk halkı aleyhine kışkırtılıyorlardı.
Mondros mütarekesinin şartlarından yararlanan İngilizler Türkiye'nin askerî bakımdan önemli noktalarına işgal kuvvetleri de çıkarıyorlardı. Karadeniz kıyılarında da önce Samsun'a, sonra Merzifon'a İngiliz birlikleri sevk edildi. Bunlardan cesaret alan Rumlar çeteler halinde yöre halkına baskınlar, yağmalar, zulümler yapmaya başladılar.
Bölgede eski Bizans ve Trabzon Komnenoslar Devleti'nin hayallerini haksız yere, hiçbir tarihî gerçeğe dayanmaksızın yeniden diriltmek amacına yönelen Pontusçuluk faaliyetleri, okullar, kiliseler, ticarethaneler, kulüpler aracılığıyla da sizlice yürütülüyordu.
Faaliyetin bölgedeki merkezleri Trabzon ve Samsun idi. Kurdukları gizli cemiyetlere aldıkları Rum gençlerine şöyle yemin ettiriyorlardı: "Ulusal amacımızla ilgili olan herhangi bir görevin verilmesinde bağlılık, emre uyma, gizlilik ve gizliliği koruma yönünden ayrılmayacağıma ve duyduklarımı tam olarak âmirlerime bildireceğime ve usul dışı davranışımda verilecek cezayı itirazsız kabul-eneceğime Ekanimi selâse (Hristiyanlıkta Baba-Oğul-Kutsal Ruh olarak belirtilen üçlü Tanrı kavramı) ve onurlu soyumuz adına and içerim."
Bu çete faaliyetleriyle güya bölgedeki Hristiyanların, Müslümanların tehdidi altında oldukları Avrupa kamuoyuna duyurulmak isteniyordu. Bu durum, itilâf devletlerinin işgal hareketlerini kolaylaştırdığı için politikalarına uygundu. Rumlar Samsun'da, Hristiyan göçmenlerin tehlikede olduğu uydurma sebebiyle bir de silahlı örgüt meydanına getirmişlerdi.
Terme'de bulunan Hristiyan kilisesi de Niksar'daki Dördüncü Başpiskoposluğa bağlıydı. 0 da Trabzon Rum Metropolitliğine bağlıydı.Terme ve havalisindeki Rum çeteleri ise Sarı Yani, Harigo, Kara Banayıt, Yoriga, Kara Haçik (Ermeni) çeteleri idi.
Bu Rum çeteleri daha çok Terme'nin güneyindeki Kınalık Dağı, Terme-Çarşamba arasındaki Avut ormanı, Keltepe (Akkuş sınırı, Tuz yaylası karşısı), Keriş tepesi (Çangerişin yukarısı) denilen yerlerde bulunurlar, vurgun yaptıktan sonra buralarda hamurlardı.
Resim-23:Çangeriş yaylasından akan dere
Bu çeteler İnebolu üzerinden gelen silahlarla donatılıyordu. Samsun, Çarşamba, Terme ve Bafra'nın köyleri bu çetelerle adeta bir silah deposu haline geldi. Bu faaliyetlerin başında ise Samsun ve havalisi Rum Metropoliti Yermanos bulunuyordu. Yunanlıların bütün amacı Karadeniz sahilinde, özellikle Samsun'u merkez edinerek Hristiyanların hayatlarının tehlikede olduğu iddiası ve propagandasıyla yeni bir İzmir faciası oluşturmaktı.
Mustafa Kemal ATATÜRK'ün de belirttiği gibi dağlardaki Pontus eşkıyası şöyle teşkilatlanmıştı:
"a-Birtakım rüesa maiyetinde müsellah ve muharib kuvvetler.
b-Bunların iaşelerine hizmet eden müstahsil Pontus ahalisi.
c-İdare ve zabitan heyetleri ve şehirlerinden ve köylerden erzak teminine
memur nakliye kollar.
Çetelerin faaliyet mıntıkaları ayrılmıştı. Pontus eşkıyasının kuvveti bidayette 6-7 bin müsellahtı. Bilâhare her taraftan iltihak edenlerle 25 bin raddesini buldu. Pontus çetelerinin icraatı; İslâm köylerini yakmak, İslâm ahaliye karşı akıl ve hayale sığmaz itisaf ve cinayetler irtikap etmek gibi hunhar bir sürünün icraatından başka bir şey değildi."
Bu Pontusçu çete faaliyetlerine karşı elde olan askerî imkânlarla karşı konulmaya çalışılıyordu ama bu yeterli değildi. Yerli Türk halkı silahlandırılarak bu Rum zulmü durdurulmaya çalışıldı. Ayrıca kurulmakta bulunan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve şubeleri, bölgelerdeki Türk çeteleri milli mücadeleyi kazanmaya çalışıyorlardı. Nitekim Samsun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, şubelerine gönderdiği telgrafta bölgelerindeki Türk eşkıyalarla anlaşıp, onları Rumlara karşı ve memleket savunması yolunda kullanmak imkanlarının oluşturulması isteniyordu. Türk çetelere "eli silah tutan genç Müslümanların Rum eşkıyasına karşı teşkil edilmekte olan millî müfrezelere iltihakı ve şimdiye kadar yapılan işlerin affedileceği ve refahları temin edileceği, dağlarda bayırlarda her an can korkusu çekerek yaşamaktansa rahat ve şerefli bir hayata kavuşmaları için derhal teslim olmaları lüzumu beyan edildi."
Karadeniz Bölgesinde, özellikle Samsun ve dolaylarında bu hadiseler olurken itilaf devletleri, bölgedeki asayiş sağlanmadığı taktirde işgale
girişeceklerini bildirdiler. Bu işgal tehdidi ve diğer siyasi gelişmeler sonunda MUSTAFA KEMAL PAŞA'nın 19 Mayıs 1919'da 9. Ordu (sonradan 3. ordu) Müfettişi olarak Samsun'a çıktığını görüyoruz.
Mustafa Kemal Paşa'nın görünürdeki görevi Samsun ve civarındaki asayişsizliği gidermekti. Halbuki buralardaki huzursuzluğu yaratanlar bizzat Hristiyan, Rum ve Ermeni azınlıktı. Yüzyıllarca Türk Devletinin yönetiminde rahat ve zengin bir şekilde yaşarlarken şimdi Türkleri, Anadolu'dan kovmak için tarihi fırsatın geldiğini zannediyorlardı. Askerî ve fikrî özellikleri bilinen Mustafa Kemal Paşa'nın bunu bilmemesi mümkün değildi. O, Anadolu'ya Türk milletini yeni bir kurtuluşa çağırmak için geliyordu.
İlk işgal kuvvetleri yurdumuza girdiği anda ve girdiği yerlerde mili mücadele başlamıştı. Samsun ve Terme bölgesinde de kısmen ve geçici İngiliz işgali olmuşsa da, asıl mücadele Pontusçu çetelerle olmuştur.
Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıkar çıkmaz bölge halkının azmini ve idaresini güçlendirecek konuşmalar yapmış ve milletimizin ebedî olduğunu anlatmıştır. O günlerde Yunanlılar'ın İzmir'i işgali ve katliamları da milli heyecanı son haddine çıkarmıştı. Bütün millet kendine yol gösterecek bir lider arıyordu.
Kuvva-i Milliye Faaliyetleri
Mustafa Kemal Paşa'yı Samsun'a çıkışı sırasında karşılayan mahalli heyetler arasında Terme'den de bir kişi, Hacı Kuzu Fevzi Efendi de bulunuyordu. Diğer kazalardan da gelen kişilerle yapılan görüşmelerde, bulundukları bölgelerde Pontusçu eşkiyaya karşı görüşmelerde bulundukları bölgelerde Pontusçu eşkiyaya karşı mahalli savunma teşkilatları kurulması Türk çeteleriyle işbirliği yapılacak, onların bu faydalı yola kazanılması hususunda kararlar alındı.
Bu günlere ait bir hatırayı eserinde nakleden Mustafa Selim İmece şöyle mor: "Terme kazasından kendini köylülere sevdirmiş, sözünü tutturabilir Hacı Kuzu namıyla maruf Hacı Fevzi Efendi Samsun'a gitmişti. Samsun'a diğer kazalardan gelenlerle beraber Paşa'nın yanında toplantılar yaparak Rum çetecilerine karşı savaşmaya, sahillerin kordon altına alınıp Yunanistan'dan ve İstanbul'dan Rum Patrikhanesinden Rum çetecilerine gelen silah ve başka yardımların önlen-mesine bu toplantılarla karar verilmiş; ayrıca Paşa, Padişah ve Halife'nin İstanbul'da düşmanlar elinde esir olup millet ve devlet lehine iradesini kullanacak halde bulunmadığını ve iyi niyetli görünmediğini toplantıda bulunanlara anlatmış, kazalarda milis kuvvetleri meydana getirilinceye kadar evlerde karılarına bile bu kararları açmamalarına ve bunları bir sır halinde muhafaza edeceklerine dair kendi yanında Allah ve namus üzerine, yemin ettirmiş olduğunu, bu hadiseden dokuz sene sonra Hacı Kuzu, bana Terme'de iken söylemişti. Ne de olsa o zaman-larda Padişah ve Halifenin maddi ve manevî nüfusu zihinlerimizden kaybolmamış olmasına rağmen çok zeki vatan ve millet davasına bağlı, Türklüğü seven Hacı Kuzu, Mustafa Kemal Paşa'nın yanından ayrıldığı son gecede, Samsun'da İskele Camisinden sabah ezanının okunduğunu işitince hemen abdest alıp camiye giderek cemaatle sabah namazını edâ ettikten sonra iki rekât da Allah rızası için namaz kılmış. Camide kimse kalmayınca ellerini açıp Allah'a niyaz etmiş ve kalbinden ruhundan gelen samimi bir duygu ile: -Ey Allahım sen Mustafa Kemal Paşanın bize söylediklerini işittin. Eğer O'nun dedikleri doğru ise milletimizi muvaffak ve muzaffer kıl diye dua etmiştir.
Bu karşılaşma ve görüşmelerden sonra Hacı Kuzu, Çarşamba üzerinden Terme'ye gelir ve birkaç gün içinde kendine inananlardan ve güvendiklerinden bir kuvvet teşkil etmeye çalışır. 0 sıralarda Terme dağlarında dolaşan Türk çetelerinin namlılarından olan Ahmet Ağa çetesi ile irtibat kurar.
Ahmet Ağa (1892-1926) Terme'nin Töngellibel köyünden idi. Ele geçmez, aksi bir insan olduğundan gençliğinden beri "Piç" lakabıyla anılırdı. 0 sebepten çete reisi olarak da "Piç Ahmet Çetesi" diye bilinir. Erbaa, Niksar taraflarına kadar sözü geçer, çoğu zaman yanında 60 tüfeklisi bulunuyordu. Kendisi rençberlikten yetişme idi. Topal Osman Ağa Samsun'a geçerken, Terme'ye uğradığında O'nu karşılamıştı. Terme'de Kocaman Köyü baskınında Rum çetelerinin bastırılmasın-da müspet hizmeti olmuştu. Daha sonraları 1926'da ecelinden öldü.Hacı Kuzu'nun kendisini arayışını şüphe ile karşılayan Ahmet Ağa evvelâ
görüşmek istemez ve kendisine gelen haberciyi kovar. Fakat arkadan silâhlı adamlarını yanına alarak bir dağbaşı köyünde, muhtarın evinde Hacı Kuzu ile konuşur. Hacı Kuzu O'na "Samsun'a, İstanbul'dan Ordu Müfettişi olarak Mustafa
Kemal Paşa'nın geldiğini, Terme'de kendisinin ve diğer kazalardan başka kimselerin Samsun'a giderek Paşa'nın yanında toplandıklarını, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edildiğini, Padişahın İstanbul'da düşmanların elinde esir bulunduğunu, vatan ve milletimizin tehlikede olduğunu, köylerimize akın eden silahlı Rum çetelerine karşı Samsun kazalarında milis teşkilâtı kurulacağını, Pontusçularla mücadele edileceğini anlatır."
Bu görüşme üzerine Rum çetelerine karşı mücadele etmeyi kabul eden Ahmet Ağa bir haftalık mühlet ister ve 120 tüfekli temin edeceğini söyler. Böylece Hacı Kuzu ilk teşebbüsünde muvaffak olarak durumu, diğer kazalardan evvel henüz Havza'da bulunan Mustafa Kemal Paşa'ya telgrafla bildirir.
Samsun'daki Mudafaa-i Hukuk Cemiyeti yurdun diğer yerlerinde olduğu gibi faaliyetlerini kazalara doğru yayarken, çalışmalarıyla halkın millî şuurunu uyanık tutuyordu.
Temmuz-1921'de seçimleri yenilenirken İlçe Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri Yönetim Kurulları da tespit edilmişti.18 Temmuz 1337 (1921) tarihli bu kararda Terme Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Yönetim Kurulu şu kişilerden oluşuyordu :
Başkan :Hacı Kuzu Fevzi Efendi,
Üye :Hacı Şükrü Emin Efendi,
Üye :Hacı Rüştü Efendi,
Üye :Hacı Hasan Efendi.(25)
Kocaman Olayları
Terme'ye yakın civar da, en hakim yerler Çangeriş dolayları idi. Buraların ise, bilhassa Rum çetelerinin yatağı idi. Vurgun, yangın, soygun yaparlar, fidye için adam kaldırırlar sonra buralarda barınırlardı. Bu çete reisleri Kocaman Köyü İmamının evinde bir ziyafet bahanesiyle çağırıldılar.
O zamanlar (1921) Kocaman, 25-30 hanelik bir köydü. Müslümanlar ziraatla meşgul idiler. Zanaatkarlar da çoğunlukla Rumlardı. Evler ağaçtan ve üzerleri kamış örtülü idi. Kocaman baskınının gerçekleştiği evin sahibi imamın gerçek adı Ali Efendidir. Lâkabı da Terzioğlu idi. Misafirperver, kapısı her zaman açık bir
insandı. Terme kaymakamı da "Deli" lakabıyla tanınan Rıfat Bey'di. Kendisi yaz mevsiminde Rum köylerine, yaylalara giderdi. Terme bu mevsimlerde sıtmalık, bunaltıcı olduğundan yayla yapılırdı.
Köyün yaşlılarından ve aynı zamanda söz konusu İmam Terzi oğlu Ali Ağanın evlâtlığı olan İmamın İdris'in (İdris Eroğlu. Doğum:1319) belirttiğine göre Serkis adlı bir Ermeni, Rum ve Ermeni çetelerini imam evindeki toplantıya çağır-maya gönderilmişti.
Toplantıyı düzenleyen Kaymakam Rıfat Beydi. Ayrıca ormanlardaki ağaçların gövdelerine de bu toplantının çağrı kağıtları büyük boylarda asılmıştı. Toplantıya Ermeni Kara Haçık ve Rum çeteleri Sarı Yani, Harigo, Kara Bayanıt, Yorigo gelmişlerdi. Her ihtimale karşı adamlarını da getirmişler ve köy çevresine yer-leştirmişlerdi. Türk çetelerinden ise Piç Ahmet, Keskinoğlu Mustan, Kişmiroğlu Seyyid, Kör Temel İnebeyli köyünden Reşidin Ahmet, Uzunludan Hacı İmamın Halil vardılar. Yine köyün yaşlılarından olup, o günleri gören Ahmet Amanvermez'in (doğum: 1319) anlattığına göre Ünye tarafından İslam adlı bir Türk çetesi daha vardır.
Rum ve Ermeni çeteleri atları ve silahlarıyla geldiler. Adamları köyün etrafında bulunuyordu. Türk çete reisleri de gelmişti. Fakat Rumları şüphelendirmemek için kalabalık değillerdi. Kaymakam da beraberlerinde bir çavuş (Tokatlı Hacı Çavuş) ve bir erle geldi. Toplantıdan maksat çete faaliyetlerine son vermek ve Ankara'nın otoritesini kabul ettirmekti.
Sohbetin ilerlediği bir anda, Kaymakam çetelerden en etkilisi Sarı Yani'ye dönerek bu kötülüklerden vazgeçilmesini, hükümete itaat edilmesi yolunda sözler söyledi Fakat Sarı Yani bu sözleri dinlemedi bile. Bu sırada Kara Haçik, hasta olduğu için başka odada yatmakta olan imamın yanına geçmişti. Hacı çavuş da. bir kadının görmek istediği bahanesiyle Kaymakamı dışarı çağırmıştı. Bundan
sonrasın evin oğlu İmamın İdris şöyle anlatıyor: "Ben Kara Haçık ile babamın yanında bulunduğum sırada içerde bir kıyamet koptu. Hacı Çavuş teslim olun, diye bir ara nara attı ve silahını ateşledi. Sarı Yani'yi Hacı Çavuş vurdu. Kara Haçık da bir elinde tabanca, bir elinde kama babamı kamalıyordu. Kama isabet ettikçe babam feryat ediyordu. Buruk Hüseyin'i, Kara Haçık kamalayarak öldürdü. Kör Temel bulunduğumuz odanın kapısını siperliyerek Kara Haçık'ı vurdu. Bu vuruşmada Serkis de vurulmuştu. Banayıt ve Harigo ise yatakları siper etmişler ateşe devam ediyorlardı. Onların bulunduğu oda aralığını Piç Ahmet'e gösterdim. O da onları vurdu. Bu çatışmada Yoriga kaçmıştı."
Vurulan çetelerin silah ve kayışları alındıktan sonra, onların cesetleri Piç Ahmet'in temin ettiği öküz arabalarıyla Termeye götürüldü. Cesetler Terme'de halka teşhir edildi. Çetelerin yok edildiği, asayişin geri geldiği ilan edildi. Cesetler daha sonra at çalkağına gömüldüler. (At çalkağı şehrin dışında, ırmak kenarına denirdi. Şehre gelen atlılar, atlarını yıkayıp temizlerdi. Şimdiki Terme İlköğretim'in bulunduğu alandır.)
O gece Terme'den bir miktar asker köye gelerek, Rum ve Ermenilerin zarar vermesini önledi. Fakat daha sonraları yeni oluşan küçük gruplar köye zarar vermeye başladılar. Köyü basarak imamın evini yaktılar, mallarını gaspettiler. İmam, çok sıkıntılara maruz kaldı ve köyü terk ederek Terme'ye yerleşti. Köye bu baskını yapanlar Kara Haçık'ın yeğenleri Dertad ve Sevrican isimli çetelerdi.
KAYNAK: Amazonlar Diyarı Terme Kitabı (Terme Kaymakamlığı 2004)